Rapor

Hukuki Analiz: İsrail’in İran Topraklarına ve Sivil Altyapıya Yönelik Askeri Saldırısı ve Uluslararası Hukuk Perspektifi

13 Haziran 2025 Cuma sabahı erken saatlerde, İsrail rejimi İran topraklarına yönelik koordineli bir füze saldırısı gerçekleştirdi.

Bu saldırılar, nükleer tesislerin yanı sıra yerleşim bölgeleri ve sivil altyapıyı da hedef aldı.

 

Bu eylem, Birleşmiş Milletler Şartı’nın temel ilkelerinin, uluslararası insancıl hukukun ve insan haklarının açık bir ihlali olup, uluslararası sistem çerçevesinde herhangi bir hukuki gerekçeye dayanmamaktadır. İsrail, saldırıları meşru müdafaa gerekçesiyle savunmaya çalışsa da, bu saldırılar İran’dan gelen bir silahlı saldırıya yanıt niteliğinde olmayıp, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden de herhangi bir yetki alınmamıştır. Dolayısıyla, bu eylem sadece uluslararası meşruiyetten yoksun olmakla kalmayıp, aynı zamanda açık bir saldırganlık eylemi (Aggression) ve savaş suçu (War Crime) olarak nitelendirilmektedir.

Mevcut uluslararası hukuk düzeninde, güç kullanımı yasağı temel bir ilkedir. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2(4) maddesine göre, herhangi bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı tehdit veya güç kullanımı yasaktır; bu yasak, yalnızca şu istisnalarla meşru kabul edilir: «BM Şartı Madde 51 uyarınca bireysel veya toplu meşru müdafaa veya Güvenlik Konseyi’nin Yedinci Bölüm uyarınca yetkilendirdiği eylemler». İsrail’in saldırısı bu iki temelden de yoksundur ve hatta önleyici meşru müdafaa doktrini bağlamında bile gerekçelendirilemez. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua v. Amerika Birleşik Devletleri davasında (1986) verdiği ünlü kararda, meşru müdafaayı haklı kılacak katı kriterler belirlenmiştir. Bu nedenle, İsrail’in son saldırısı, BM Genel Kurulu’nun 1974 tarihli 3314 sayılı Kararı uyarınca açık bir askeri saldırganlık örneği teşkil eder ve hem devlet düzeyinde uluslararası sorumluluğu hem de İsrail’in üst düzey yetkilileri için bireysel cezai sorumluluğu beraberinde getirir.

Uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerine göre, siviller ile askeri unsurlar arasında ayrım yapma ilkesi (1977 Cenevre Sözleşmeleri Ek I Protokolü Madde 48), yerleşim yerlerine yönelik, askeri gereklilikten yoksun ve orantısız saldırıları savaş suçu olarak tanımlar. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Roma Statüsü’nün 8(2)(b)(ii) ve (iv) maddelerine göre, sivillere veya askeri gereklilikten yoksun sivil tesislere kasıtlı veya dikkatsizce yapılan saldırılar, açıkça savaş suçu teşkil eder. Bu tür eylemler, uluslararası teamül hukuku ve devletlerin Cenevre Sözleşmeleri’nin dört sözleşmesi kapsamındaki yükümlülükleriyle açıkça çelişmektedir.

İran’ın nükleer tesisleri, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) denetimi altında ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) çerçevesinde faaliyet göstermektedir. Bu tesislere yönelik saldırılar, İran’ın egemenliğini ihlal etmenin yanı sıra, bölgesel ve uluslararası çevre için ciddi bir tehdit oluşturur. 1977 Cenevre Sözleşmeleri Ek I Protokolü’nün 56. maddesine göre, nükleer santraller gibi tehlikeli güçler içeren tesislere yönelik saldırılar, geniş çaplı sivil kayıplara yol açma potansiyeli nedeniyle yasaktır. Trail Smelter Davası, 1972 Stockholm ve 1992 Rio Bildirgeleri de sınır ötesi çevresel zararların yasaklanmasını vurgular.

İsrail’in, savaş durumu olmaksızın İranlı üst düzey askeri komutanlara yönelik suikastları, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (ICCPR) 6. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının açık bir ihlalidir ve hukuk dışı öldürme (extrajudicial killings) olarak nitelendirilir. Resmi bir silahlı çatışma olmaksızın bir ülkenin askeri yetkililerinin hedef alınması, hem iç işlerine müdahale yasağını hem de toprak egemenliği ilkesini ihlal eder. BM’nin hukuk dışı öldürmeler konusundaki özel raportörünün raporları (örneğin, A/HRC/44/38), bu tür eylemleri insan hakları ihlali olarak değerlendirmiştir.

İsrail’in, Filistin’de ve şimdi de İran’da savaş suçları ve uluslararası hukuk ihlalleri konusundaki uzun geçmişi, uluslararası toplumun tepkisizliği nedeniyle bir bağışıklık kültürü (impunity) yaratmıştır. Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve bölgesel forumların eylemsizliği, adaletin sağlanmasını engellemiş ve uluslararası hukuk düzeninin güvenilirliğini sorgulanabilir hale getirmiştir. Bazı uluslararası aktörlerin siyasi nüfuzu, bu bağışıklık kültürünü güçlendirmiştir. Bu koşullarda, İsrail’in İran’a yönelik askeri saldırıları şu özelliklere sahiptir:

  • BM Şartı’nın İhlali ve Saldırganlık Eylemi
  • Savaş Suçları: Sivillere ve korunması gereken tesislere yönelik kasıtlı veya orantısız saldırılar
  • Hukuk Dışı Öldürmeler ve Savaş Dışı Koşullarda Resmi Askeri Yetkililerin Hedef Alınması
  • Toprak Bütünlüğü, Ulusal Egemenlik ve Uluslararası Çevresel Hakların İhlali

Uluslararası toplum, bu eylemlere karşı sessiz kalmamalıdır. Gerekli olan:
BM İnsan Hakları Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi ve bölgesel hukuk kurumları, bağımsız soruşturmalar başlatmalı, İsrail rejiminin sorumlularını yargı önüne çıkarmalı ve bu tür suçların tekrarlanmasını önlemelidir. Devam eden sessizlik ve eylemsizlik, uluslararası hukukun temel ilkelerinin çöküşüne ve onun siyasi bir araca dönüşmesine yol açarak şiddet, suikast ve saldırganlığı meşrulaştıracaktır.

Hazırlayan: İran Kürdistan İnsan Hakları İzleme Örgütü (IKHRW) Hukuk Araştırma ve Analiz Birimi
Tarih: 13 Haziran 2025
İletişim: info@ikhrw.com | www.ikhrw.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu