Tahran’daki Tecriş Meydanı’nda bir güvenlik kamerasının kaydettiği on iki saniyelik bir video, yalnızca bir füzenin patlamasından fazlasını gözler önüne seriyor. Bu saniyeler, hukuksuzluğun, korkunun ve temel insan hakları ile uluslararası hukuk ilkelerinin ihlalinin yoğun bir özetidir.
İsrail rejimi yetkililerinin sivilleri hedef almadıkları yönündeki resmi iddialarına rağmen, bu video, yoğun bir kentsel alanın ve kalabalık bir bölgenin doğrudan bombalandığını, herhangi bir askeri hedefin varlığına dair hiçbir iz bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor. Gazze Şeridi’nde defalarca tekrarlanan senaryo, bu kez İran’ın başkentinin kalbinde sergilenmiştir.
1977 Cenevre Sözleşmeleri’ne Ek Birinci Protokol’ün 51. Maddesi’ne göre, siviller her durumda silahlı çatışmaların yıkıcı etkilerinden korunmalıdır. Ayrıca, İkinci Protokol’ün 13. Maddesi’nin 1. ve 2. fıkraları, sivil nüfusun saldırıların hedefi olmaması gerektiğini vurgular. Yoğun, sivil ve savunmasız bir yer olan Tecriş Meydanı’na yapılan saldırı, bu ilkelerin doğrudan ihlalidir ve uluslararası hukukta savaş suçu kategorisine girer.
Ancak mesele yalnızca uluslararası hukuk ve kuralların ihlaliyle sınırlı değildir. Bu tür saldırıların kamu vicdanı, ruh sağlığı ve insanların günlük yaşamları üzerindeki etkileri de dikkate alınmalıdır. Kamusal bir alanda alevler, duman, çığlıklar ve panik içinde kaçışan insanların görüntüleri, yalnızca olay yerinde bulunanlar için değil, bu görüntüleri izleyen milyonlar için de kolektif bir travma yaratır. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. Maddesi’ne göre, her birey psikolojik güvenlik, bireysel ve toplumsal huzur hakkına sahiptir. Füze yağmuruyla kamusal alanlara yapılan saldırılar, bu temel hakların doğrudan ihlalidir.
Savaş bölgelerinden gelen psikiyatrik raporlara göre, bu tür sahneleri gören çocuklar, PTSD (travma sonrası stres bozukluğu), gece kabusları, sosyal güvensizlik ve derin psikolojik krizlerle karşı karşıya kalır. Alışveriş yapan ya da günlük rutinlerini sürdüren kadınlar, yaşlılar ve aileler; ne asker, ne tehdit, sadece savunmasız vatandaşlardı ve İsrail rejiminin “korkuyla caydırıcılık” politikalarının kurbanı oldular.
Psikolojik boyutun yanı sıra, uluslararası hukuk sosyolojisi açısından da bir uyarı yapılmalıdır. Bir başka ülkedeki sivil bölgelere (savaş ilanı veya Birleşmiş Milletler izni olmadan) yapılan saldırı, yalnızca o ülkenin toprak bütünlüğüne yönelik bir tecavüz değil, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra felaketlerin tekrarlanmaması umuduyla kurulan küresel hukuki düzenin çöküşü anlamına gelir.
Uluslararası kurumların kayıtsızlığı, Güvenlik Konseyi’nin sessizliği ve özellikle Batılı güçlerin İsrail’in tekrarlanan suçlarına göz yumması, bu rejimi uluslararası arenada kontrolsüz bir aktöre dönüştürmüştür; her an, ülkelerin egemenliğini ihlal ederek insani ve psikolojik bir felaket yaratabilir.
Bu nedenle, uluslararası sistemin acil ve ahlaki bir görevi vardır:
- Bu saldırı ve benzerlerini incelemek için uluslararası bir gerçek bulma komitesi kurulması;
- Bu saldırının dosyasının Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısına havale edilmesi;
- Bu saldırının mağdurları için maddi ve psikolojik zararların telafisi için acil bir mekanizma oluşturulması;
- Birleşmiş Milletler’in İsrail’i, İran ve bölgedeki sivil hedeflere yönelik saldırılarını derhal durdurması için baskı altına alması.
Tecriş Meydanı’ndan yayınlanan video, yalnızca bir görsel belge değil, aynı zamanda bir yargılama belgesidir. Bu belge, yalnızca füzeleri fırlatanları değil, bu felaketlerin tekrarlanmasına zemin hazırlayan destekleyici politikaları da yargılar.
On iki saniye sessiz kalmayalım;
On iki saniye insan hakları, hukuk ve insanlık için haykıralım.