Yazar: Saeid Mirzabeigi, Uluslararası Hukuk Uzmanı
Batı İran’ın sınır bölgeleri, yalnızca coğrafi bir çizgi değil; tarih boyunca yaralar, acılar, ayrımcılık ve kimi zaman şiddetle dolu bir çizgidir. Son günlerde, Çaldıran doğumlu genç Hamid Hüseyinzade’nin, İran sınır muhafızlarına yönelik bir terör saldırısına katıldığı için idam edilmesi haberi, insan hakları, hukuk ve sosyoloji açısından geniş yankılar uyandırdı.
Bu silahlı saldırıda, sınırın sıfır noktasında, dışarıdan planlanıp uygulanan bir pusuda sekiz sınır muhafızı, aralarında zorunlu askerlik yapan gençlerin de bulunduğu, hayatını kaybetti. Saldırının görüntüleri, bu eylemin yalnızca temel insan hakları ve insancıl hukuku ihlal etmekle kalmadığını, aynı zamanda organize bir terör suçu olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Ancak, üzerinde durulması gereken yalnızca suçun cezai boyutu değil, bu tür trajedilerin sosyal ve kriminolojik arka planıdır. Hamid Hüseyinzade ne bir siyasi aktivist ne de güçlü ideolojik motivasyonlara sahip bir bireydi. O, yoksulluk, eşitsizlik ve yıllardır bölgede faaliyet gösteren terör örgütlerinin neden olduğu güvenlik istikrarsızlığı gölgesinde yaşayan bir sınır sakiniydi.
Terör örgütleri, bölgeyi güvensizleştirerek kalkınma yolundan uzaklaştırırken, ekonomik yoksullukla birlikte kültürel yoksulluğu da derinleştiriyor. İşte bu noktada, bir hamalın nasıl tehlikeli bir teröriste dönüştüğünü görüyoruz. Hamid Hüseyinzade, suç mahallini yeniden canlandırırken genç sınır muhafızlarının öldürülmesine tanık olduğunu ifade ediyor. Bu, sorunun yalnızca ekonomik yoksullukla sınırlı olmadığını, kültürel yoksulluğun çok daha derin kök saldığını gösteriyor. Bu sorunla mücadele için özel bir çaba gerekiyor.
İran Kürdistanı İnsan Hakları İzleme Örgütü olarak bizler, hukukun uygulanması gerektiğine inanıyoruz. Ancak, suçun nedenlerini analiz etmek ve kökleriyle mücadele etmek, sonuçlarla uğraşmaktan çok daha önemlidir. Terörizmin kurbanı olan yüzlerce aile, eski çocuk askerler ve PJAK, PKK, Komele ve Demokrat gibi grupların pençesinden kurtulan kadın ve erkeklerle yaptığımız görüşmeler, bu gruplara katılanların çoğunun ideolojik bir inançtan ziyade aldatmaca, maddi baskılar ve duygusal, yanıltıcı propagandalar yoluyla bu yola sürüklendiğini gösteriyor.
Diğer yandan, Avrupa ve Amerika gibi ülkelerin, hatta İran’ın komşularının bu gruplara yönelik çelişkili tutumları, bugün karşılaştığımız temel sorunlardan biridir. Avrupa Birliği ve ABD, PJAK gibi grupları terör listesine alırken, aynı zamanda bu grupların kendi topraklarında medya, siyasi faaliyetler ve hatta maddi ve insan kaynağı toplama faaliyetlerine izin vermesi nasıl mümkün olabilir? PJAK liderlerinden birinin BBC Farsça’ya verdiği röportaj, bu tehlikeli çifte standardın yalnızca bir örneğidir.
Zeynep Celaliyan, Ferzad Kamanger ve hatta Hamid Hüseyinzade gibi bireyler, PJAK ve PKK gibi terör makineleri tarafından yutulan sistematik kurbanların yalnızca birer parçasıdır. Bu gruplar, gençleri, sosyal sorunları olan bireyleri ve hatta engellileri askeri operasyonlar için bir araç olarak kullanıyor. Bu, yalnızca bireylere değil, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.
Çözüm, bireylerin ortadan kaldırılmasında değil, terörizmin işe alım, eğitim ve donanım yapılarının yok edilmesindedir. Bu, ancak bölgesel iş birliği ve koordineli uluslararası baskıyla mümkün olabilir. Eğer dünya şiddetin döngüsünü sona erdirmek istiyorsa, bu grupların Avrupa ve Amerika’daki propaganda faaliyetleri, sığınakları, ofisleri ve mali ağları durdurulmalıdır. Şu anda ABD ve Avrupa ile diyalog kanallarının açık olduğu bir dönemde, bu kritik konulara odaklanmanın insanlık ve küresel toplum adına olumlu sonuçlar doğuracağına inanıyoruz.
Yoksulluk, terk edilmişlik ve terör gruplarının serbest propagandası devam ettiği sürece, yeni kurbanlar yolda olacaktır. İnsan hakları savunucuları olarak, bu döngüyü kırmak için hem yerel hem de küresel çapta daha fazla çaba gösterilmesi gerektiğini vurguluyoruz.